23 Temmuz 2014 Çarşamba

Türkiye Turnusolu Filistin-İsrail Savaşı

Türkiye'nin en net ayrıştırıcı, neyin ne olduğunu gösteren bir süreç olarak kesinlikle bu savaşı ele alabiliriz. Bu savaş içerisinde çok şey barındırıyor. Ülkemize olan etkisi ise içerisinde cahillik, boykot, mazlum ve sol söylemler, savaş çığırtkanlığı ve ırkçılık barındırıyor. Öncelikle belirtmeliyiz ki Türkiye'nin birleştiği nokta olmuş durumda. 4 partinin de tek uzlaştığı nokta oldu. Gerçi yine Akp vekilleri tipik muhalefetten gelen her şeyi reddedelim kafasını yaşadıkları için Gazze komisyonu kuralım önergesini kabul etmemişler. Bu zaten tipik bir akp kafası. Önüne gelen güzelim önergeleri savsamak işinde üzerlerine saymam kimseyi.

Neyse gelelim konuya genel hatlarıyla Filistin'de ne oluyor ne bitiyor bizim ülkemizdeki gündemde İsrail yüzde yüz suçlu, Filistin halkı mazlum. Genel hatlarıyla böyle, ancak içlerinde ufakta olsa farklılar da göstermekte. Öncelikle ele müslüman Akpli tabanını alalım. Bunların içlerinde çoğu yahudi ırkçısı yani anti-semitisttir. Bu kanıya twitterde, vb ortamlarda rahatlıkla görülebilir. (Bkz: Şamil Tayyar) Bu kişilerin aslen derdinin insanlık değil sünni müslümanların yahudiler tarafından öldürülüyor olmasıdır. Bunların neredeyse tamamı Işid'in yaptığı şii müslüman katliamlarına gık çıkartmadıklarını hatta yayın organlarının Işid'e terör örgütü bile demediğini, diyemediğini bilmek gerekiyor. Ayrıca kendilerine dâhine boykot fikirleri beni gülme krizlerine sokuyor. Onlara göre Coca-Cola bir Yahudi firması. Nitekim 'yahudi firması' tanımı da çok saçma da asıl saçma gram araştırma yapmayanların, araştırma yapmaktan ziyadesiyle uzak olan bu kafaların hala bu eylemlere devam etmesi. Parasıyla aldıkları koli koli coca-colaları sokaklara dökmek bunların en muhteşemi. Bunun videosunu izlerken 7 yaşında 2. sınıfa giden kuzenimin yorumu da şahanedir "bunlar neden parası verdikleri kolaları yola döküyorlar, salak mı bunlar" evet canım benim öyleler maalesef. Coca Cola da bu vahim tablodan bıkmış olacak ki resmi bir açıklama yayınlamış.(şuradan uçunuz) ... Yakın çevrem olmasa bile lise arkadaşlarım arasında da bu safsatalar inan o kadar çok insanı görünce geçen gün dayanayıp arkadaşa saydırdım. İbret olması açısından bu arkadaşın yorumunu sizinle paylaşacağım...

Kemalist bu günlerde ne yapar ?
Boykotu engellemeye çalışıp o ürünlerin israile ait olmadığını iddia edip resmi açıklamalarını dayanak gösterip insanları etkilemeye çalışır.
Boykotun hiçbir işe yaramayacağını anlatıp durur.
En son çare Gerçek boykotu hükümetin yapıp yasaklaması gerektiğini söyler ama olası bir yasaklamada " özgürlüklerimiz kısıtlanıyor " diye taksime çıkıp polis taşlar.

Kendinin ideolijik çapı salt Akp'nin güttüğü kemalizm düşmanlığı (ki bunun da safsatalarla yapmakta.çıkıp dürüstçe karşıyım da diyebilirdi) akp millitetçiliği ve onun kaypaklığına hoş görebilen bir açıdan başka bir şey değildir. Bence çapsızın teki de zaten. Genel hatlarıyla bu insanlar böyledir. Yine iktidar bunların cahilliği (bunu söylemekten nefret ediyorum ancak bu insanlar 'ne yazık ki' cahildir.) ile beslenmeye devam ediyor.

İşin garip yanı ise Gazze saldırılarına sol'un, chp'nin, mhp'nin ve  kürt hareketinin (bdp vb) gösterdiği tepkiler de neredeyse birbiriyle aynıdır. Ufak söylem farkları dışında neredeyse hepsi İsrail'i lanetler ve Gazze'de insanlık suçu olduğunu düşünür.Chp hatta bununla ilgili Gazze'ye gitme kararı almış. (aramızda kalsın akpliler baya kıskanmış bu durumu sanırım, twitterde gördüğüm kadarıyla) Neyse ki bu arkadaşların bazılarının da güzel düşünceleri var. Savaş karşıtlığı, hamas'a mesafeli olmak gibi. Ama aralarından en güzelini CB adayı Ekmel söylemiş açıkçası.
Hamaset yapıyoruz ama Filistin'e bir tane battaniye bile önderecek gücümüz yok. Binlerce türkmen ırak'ta tecavüze uğruyor öldürülüyor ama varsa yoksa Filistin. Filistin'e de bir faydamız yok işin acı tarafı. Bu duygusallığı bırakıp aklımızı kullanalım 

Güzel şeyler söylemiş bence. En azından şu politik tavırlar arasında en düzgün ve en insani olanı diyebiliriz. Ancak benim görüşlerim de Filistin'i Hamas'ı, Allah'ı ve iğrenç şehitlik kavramı ile kandırılan Filistinlileri eleştirmek kaçınmıyor. Hamas insanları açık açık canlı kalkan yaparken buna kanan ve bu yolda düşünmeden hareket eden sözde şehit olacağını düşünen aptal sürüsü insanları görmezden gelmeye için el vermiyor. Dünyanın en tehlikeli durumlarından, olgularından (?) biri olan şehitlik kavramı ile insanlar doğru-yanlış, gerçek-hayal arasındaki farklı anlamıyor. Günümüzde yine solcularca da kullanılan şehitlik kavramı (ne kadar farklı olsa da yüceleştirme, kişinin ölümünün ağırlığını hafifletme ve vaatler sunması ortak) iğrençliği ile her şeyi yapıyor- yaptırıyorlar. Onları suçlamıyorum bence İsrail'de salak, göz göre göre bu yemi yutuyor ve canlı kalkana saldırıyor. İsrail gibi bir ülkenin siyasetçileri daha farklı çözümler üretip bu saçmalığa karşı gelebilir ve insanların ölmesine engel olabilirdi. Ama onlar da bu konuda fazla heyecanlı ve bilinçsiz hareket ediyor. Neticede de önümüze boy boy katliam fotoğrafları, boy boy ölü çocuk fotoğrafları (bunlar kesinlikle bilerek ve hamas siyaseti sonucu yapılıyor.) düşüyor ve insanlardaki yahudi düşmanlığı hadsafhalara ulaşıyor, ve insanlar tarafından israil lanetleniyor. Aslında bu önemli de değil pek, netice de bunlar biraz da olsa normal şeyler ama Türkiye başta olmak üzere müslüman ülkelerde musevi vatandaşların can güvenliği tehlikede. (ülkemizdeki eylemler örnek teşkil edebilir.) İsrail devleti bunu da düşünmek zorunda.

Neyse netice de Berkin'e Ali İsmail'e ve nice gezi de katledilen, sakat bırakılan, alevi-şii diye öldürülen, kürt, türkmen, kim varsa hiç ses etmeyen insanların çıkıp ortalıkta insanlık havaları taslamaları ve tepki göstermeyen, mantıklı düşünen her insana da yahudi, israil işbirlikçisi yaftası yapıştırmaları ironik şeyler ve komik bir o kadar da rezalet. Siz gidin önce boy aynasında kendisini görün. Bu ülkede çocuklar, gençler ölürken, anneleri feryat figan iken siz kıs kıs gülüyor ve onları yuhalıtıyordunuz ne çabuk unuttunuz kendi katliamlarınızı kendi faşizan hallerinizi?

No comments

15 Temmuz 2014 Salı

Toplumun Değerlerinin Değişimi

2002'de iktidara gelen parti ile beraber sistematik bir biçimde değişen eğitim sistemi, hatta bir çok kez değişen eğitim sistemi, ilerleyen yıllarda iktidarın kendine olan güvenin tavan yapması ile birlikte artık iş daha ciddiyete bindi be 12 yılda toplumda inanılmaz bir değişim yaşandı. Bunu görmezden gelinemez sonuçları, kadın cinayetlerinin artması, tecavüzlerin patlama yapması, örtünmenin artması, örtünmenin ilk okullara kadar düşmesi vb. durumlar ile görülebilir. Benim sosyal hayata özgürlük fikirlerim var ve bunları sonuna kadar savunurum. Ancak bireyin reşit olabileceği yaşlar arasında - bu bence 15-16 yaşından itibaren başlar(ve değişkenlik gösterir +-2 diyebiliriz.)- bu kararları verme özgürlüğü olmalıdır. Ailevi baskı, mahalle, toplumsal, iktidar vb baskılar asla olmamalıdır. Ancak günümüzde bunu görmek neredeyse imkansız. 10 yaşındaki çocuk kapanıyor ve cemaatlerin kurslarına gidiyor yavaş yavaş başlanan bu örtünme ve sistematik bir yol ile başörtüsü takmak namus, iffet haline gelip kız çocuklarına özendiriliyor. Bu özendirme işini genellikle yeni türeyen türban modası tetikliyor. Bu moda kadınların makyaj yapmasına veya istediği gibi giyinmesine karışmıyor ama her türlü kombinasyon için birer kapanma simgesi koyuyor. Bu yeni moda akımı kızların, genç kızların ilgisini ziyadesi ile çekmekte. Özellikle zihinlere pompalanan dar kafalı düşünce ile birleşince normal olarak hem bu tarz firmalar tavan yaptı hem reklamlar çoğaldı. Bunların hepsi birbirini izleyen bazıları iktidar, bazıları özendirilmiş iş adamları, bazıları ise raslantısal olarak açılan mağazalar ve onların reklamları ile gerçekleşiyor.

Şu ana kadar yazdıklarım dar çerçeve de ailem ve etrafımda gördüklerim ile paralel ve onların oluşturduğu örneklem ile yapılan tümevarımlarımdır. Ama işin ciddiyeti bununla da kalmıyor. İnsanları kandırmakta usta olan bu açık gözlü insanlar artık yerel belediyeler ile ortak çalışarak fakir-orta geçimli insanların yaşadığı -özellikle bu bölgelerde kurulduğuna dikkat çekmek istiyorum- bölgelere "bilgi evleri" adı altında sadece dini bilgi aktarım ve sünnilik "ideolojisini" öğreten "eğitim yuvaları" kurmaya başladılar- hatta bitirdiler - başka illerde bu uygulamadan var mı araştırmadım, ancak soruşturmayı düşünüyorum ama yaşadığım ilde bizzat belediye eli ile bu evlerden açıldı ve sayıları 6-7 civarı. Bunların hepsi de orta- fakir ailelerin yaşadığı yerler. Geçen yılın yazında yani bu zamanlar kendi kuzenimi "bilgi evi" diye inanarak yani bu çocuk sosyal bilimler, matematik, fen bilimleri falan görür düşüncesiyle ile gidip kayıt ettirdim. Ne yazık ki kayıt için gittiğim müdür odasındaki adam beni karşılayışı bile bir anda her şeyi belli etti. Sonradan anladım ki sadece islami bilgi ve eğitim veriliyordu. Ve bu bilgi evlerinin ortağı bir vakıf ve tabi ki bu vakıf bir cemaate bağlı... Ne yazık ki içeride ne öğretiliyor hiç göremedim ama kuşku duymak için çok şey var. Ne gibi şeyler dönüyor, ne eğitimi veriliyor çocuklara meçhul. Biz de zamanında camiilere kuran kurslarına gider ama namazdan vb. şeylerden hep kaçardık çünkü sokakta küçük çocukların oyun oynaması daha cazip geliyordu. Ne işi vardı zaten 6-7 yaşlarındaki çocukların camiilerde?  Şimdinin insanları çocuklarının dindar yetişmesinin iyi bir şey olduğunu düşünüyor. Ancak bu bir vicdani durum olmaktan çok ideolojik bir araca dönüşmüş durumda. İktidar için partizan insanlar yetişmekte, hiçbir şeyi sorgulamayan, insanların özel hayatlarına, giydiklerine, içtiklerine, görünüme karışmaya kadar giden bir ileri süreci getirmektedir. Bugün insanlar cesaret aldıkları ölçüde zaten insanların hayatına karışmaktadırlar. Özellikle tebliğci denilen zırvalık abidesi insanlar insanların hayatlarına burunlarına ziyadesiyle sokmaktadır. Bunların ileride çoğalacağını düşünmemek elde değil. Kadınların sadece çocuk doğurmak ve ev işi yapmaktan ibaret bireyleri haline getirmek onları hayattan soyutlamak ilerinin tek gayesi olma yolunda ilerliyor. Başörtüsü bir özgürlüktür ancak bu özgürlüğü istismar etmek çok yanlış, insan haklarına aykırı bir durumdur. Her insanın müslüman, her insanın sünni, her sünninin tek tip olmasını sağlamaya çalışmak özgürlüğe bir darbedir.

Ne yazık ki toplumumuzun gitgide özgürlük düşmanı, özgürlük yoksunu, tek tip sünni karakterine doğru ilerlemektedir.Bu ilerleme bizzat iktidar eli ile sistematik bir biçimde hızlıca yapılmaktadır. Çünkü iktidarın artık hiçbir korkusu yoktur. Bugün biz hala bir şeyleri yaptığımızı, iktidara ufak tefek şeylerde geri adım attırdığımızı düşünüyorsak yanılıyoruz. Toplumumuz özgür, kendi kararlarını veren ve sosyal bir devlet olmaktan çok, kapalı, kadına değer vermeyen, uçkurunu daha ön planda tutan, camii ve türevlerini yapmak dışında hiçbir işe yaramayan, her okulu imam hatip lisesi, "ortaokuluna" kadar usülsüzce bir dönüşüm içindedir. Umarım gelecek bizim için umutla dolu olurç
No comments

19 Haziran 2014 Perşembe

Kader (Zeki Demirkubuz)



Kader, yönetmenin ikinci filmi Masumiyet’te (1997) tanımış olduğumuz iki karakterin gençlik öyküsünü anlatır. Bekir, Uğur’a aşık olur. Uğur da başı hep belada olan Zagor’a.
Zagor, iki polisin öldürülmesi olayına karışıp tutuklanır. Bu olay, başlangıçta Bekir için bir umut gibi görünse de, bu acımasız aşkın peşinde yıllarca sürecek amansız bir hastalığın başlangıcı olacaktır. Bekir, üçüncü sınıf otel odalarında, esrar alemlerinde, taşra pavyonlarında Uğur’un inatçı bir köpek gibi izini sürecek, üç insan arasında yaşanan bu tuhaf aşk, acıyla, yoksullukla, gözyaşıyla ve kötülükle büyüyecektir.

Festivaller ve Ödüller

  • 2007 Uluslararası İstanbul Film Festivali (Türkiye): En İyi Yönetmen, En İyi Erkek Oyuncu (Ufuk Bayraktar), FIPRESCI Ödülü
  • 2007 Ankara Uluslararası Film Festivali (Türkiye): En İyi Yönetmen, En İyi Kadın Oyuncu (Vildan Atasever), En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu (Müge Ulusoy)
  • 2007 Nürnberg Film Festival (Almanya): En İyi Film
  • 2006 Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali (Türkiye): En İyi Film, En İyi Genç Yetenek (Ufuk Bayraktar)


Benim film hakkındaki görüşlerim;

Geçişler çok keskin ve alışılmadık. Ama sahneler çok etkileyici ve gerçekçi. Aslında hepimizi isteyeceği ama korkularından ötürü yapamayacağı her şeyi Bekir yapıyor. Garip bir şekil de Uğur ise aşkından Bekir gibi vazgeçmiyor. Aslında burada iki karakter var birebir aynılar ama biri daha çok acı çekiyor orası bir gerçek. Ama ikisi de çok fedakarlık yapıyor. Bence izlenmesi, bir çok insanın içinden fazlaca ders çıkarması gerektiği, aşkın veya sevginin nasıl fedakarlıklar gerektirdiğini gerçekçi bir biçimde anlatan hoş bir film. Filmde ise beğendiğim bir kaç repliği ve kareyi yazmadan edemem...

“bu amına koduğumun dünyasında herkes bir şeye inanır. ben de sana inanıyorum.”



geçen gece çocuk hastaydı, ilacı bitmiş, almak için dışarı çıktım, sağa sola saldırıp nöbetçi eczane arıyoruz. birden durup dururken içim cız etti, bi baktım yine aynı karın ağrısı, öyle özlemişim ki seni.. dönerken bi meyhane gördüm, bi içeri girdiğimi hatırlıyorum bi de rakıya yumulduğumu. arkasından en az dört cigaralık.. sonra gözümü bi açtım karşıdan karlı dağlar geçiyor, bi daha açtım başımda bi çocuk "kalk abi" diyor, "kars'a geldik".. otobüsten indim yürümeye başladım, dedim "allahım nerdeyim ben, burası neresi".. sonra güç bela burayı buldum, kapının önünde durup düşündüm, dedim "bekir, bu kapı ahiret kapısı, burası sırat köprüsü, bi kere geçersen bi daha geri dönemezsin, iyi düşün" dedim, düşündüm.. düşündüm.. ama olmadı.. dönemedim. sonra "bak oğlum" dedim kendi kendime, "yolu yok çekeceksin, isyan etmenin faydası yok kaderin böyle, yol belli, eğ başını usul usul yürü şimdi...

Zeki Demirkubuz'un en güzel özelliği filmlerinden hoş karelerin ekrana dökülmesi..
No comments

17 Haziran 2014 Salı

Ortadoğu'nun İncileri ; Azam Ali ve Niyaz


Azam Ali, İran’da hayata merhaba deyip, devrimden sonra İran'ı terk etmek zorunda kalmıştır. İlk gençlik yıllarını Hindistan’da geçirip daha sonra, müzikal bir eğitim almak amacıyla ABD'de Los Angeles’a yerleşmiştir. California doğumlu ve jazz sever bir perküsyoncu olan Greg Ellis’le, 1995 yılındaki "Master Musicians of Jajouka" konserinde tanışır ve "Vas" isimli grubu kurarlar. Vas adı altında ortaya çıkardıkları eserlere Narada isimli müzik şirketi sahip çıkar. Bundan sonra, grubun tüm albümleri ve üyelerin solo projeleri, bu şirket sayesinde dünya müzik marketlerine dağıtılır.
In The Garden Of Souls, grubun dünyaya ve evrene bakış açılarını çok iyi bir şekilde yansıtır. Özellikle Azam Ali imzasının geçtiği cümlelerde, new-age akımının etkileri ve doğu mistisizminin ağırlığı hissedilir. Tibet çalgıları, ud, çello, zil ve ritm sesleriyle bezenmiş müziklere, Azam Ali’nin büyülü vokali eşlik eder.
"Niyaz" ismiyle kurulan grup ise; elektro-sentez üstadı, Grammy Ödülüne aday olmuş Carmen Rizzo ve bir gitarviyol ve yaylı çalgılar üstadı olan Loga Romin Torkian, ki Axiom of Choice isimli enfes bir projesi-grubu olmuştur onun da, grubun diğer üyeleridir.
Ortaçağ latin bestelerini de seslendirdiği Portals of Grace isimli albümü 90’lı yılların sonuna doğru çıkmış, akabinde kurucusu olduğu VAS grubu ile çalışmalarına 2004’e dek devam etmiştir. çok sesli elektro-etnik müziğin en iyi örneklerinden birini icra eden Azam Ali, hem popüler dinleme zevkinin hem sanatsal kriterlerin doruğunda üstün ve özgün eserler üretmektedir.
Her çalışmasıyla Billboard’dan tam puan alan sanatçı, benzersiz vokalini neredeyse bir enstrüman gibi kullanmasıyla tanınmaktadır.
Hakkında wikipedia özeti budur diyelim kısaca hayatı böyle. Kendisini 2010 gibi tanıdım. Ankara'nın bir yağmurlu bir güneşli günlerinde dandik mp3 çalarımın baş şarkılarını kendi oluşturuyordu. Tabii o zamanlar cinayet, psikolojik romanlar okuyorken baya iyi gidiyordu sabahın altısında :) Ya ben pek yormadan sizi şarkılarından bir kaç tanesini size dinleteyim. Bu arada Azam Ali Niyaz, Vas gibi gruplarla da çalışmış ondan Niyaz dedim çünkü niyaz'da ortadoğu menşeili ve baya hoş.




En sevdiğim şarkıdır, anlamı da baya derin, türkça altyazılı olması cabası ..




bence bu kadar yeter daha fazlasını da rahatlıkla bulabilirsiniz :) İyi dinlemeler
No comments

Siyasete Giriş / Siyasetin El Kitabı

Siyaset - Andrew Heywood // 567 sayfa.

  •  İyi toplum nasıl bir toplumdur?
  • Ulusun globalleşme çağında bir geleceği var mıdır?
  • Seçimler demokrasiyi mi yoksa sadece baskı ve kontrolü mü teşvik eder?
  • Devlet/hükümet nasıl örgütlenir?
  • Devlet yapıları reforma tabi tutulmalı mıdır?
  • Neden bazı politik sistemler diğerlerinden daha başarılıdır. 

Siyasete giriş kitabı olarak ele alınabilecek bir kitap Siyaset kitabı. İdeolojileri, kuramları, kavramları ve dahasını bu kitaptan öğrenebilirsiniz. Bu kitabı İktisatçılar, siyaset bölümü okuyanlar, hatta kukukçuların bile ders kitabı olarak gördüğünü söyleyebiliriz.
         Kitabın arka kapağından kitap içeriği hakkında daha fazla bilgi vereyim.

"Siyaset büyüleyici ve heyecan verici bir konu, fakat, aynı zamanda, çağdaş devlet, siyaset felsefesi, uluslararası ilişkiler ve siyasal ekonomi gibi çok çeşitli konuları da kapsayan dev bir konu. Siyaset, konuya taze ve nüfuz edici bir yaklaşım sunuyor. Teşvik edici, kısa ve kavranabilir bir çalışma olarak, siyasetin incelemesine bir uluslararası perspektiften yazılmış gerçekten kapsayıcı bir kitap."
Kitabın içeriğini merak ediyorsanız alıp okumalısın ben şuan okuyorum bu yaz bu kitabı bitirmeyi planlıyorum... Kitap 35 lira ama Beyazıt'ta ki kitapçılardan 15-25 arasında bir fiyata alabilirsiniz :) İyi okumalar.


 
No comments

9 Haziran 2014 Pazartesi

Yine Mi Bölündük? Kutsallar ve Suçlamalar Üzerine.

Antropoloji biliminde bol bol kutsallık üzerine muhabbetler döner. Bayrakta bir çok ülke için kutsallık içermektedir. Benim için bu normal bir durumdur.Arkea toplumlarda dahi bir kutsallık mevcuttur. Bunun kökeni çok eskiye ve bir çok etmene dayanabilir. Örneğin totemler insanların doğaya anlam verme ve bir şükran ürünüdür diyebiliriz. Aslında tanrı olgusunun maddeleştirilmiş elle dokunur hale getirilmiş halidir.Galiba (tabi bu kesin değil) ilk kutsallaştırma doğa ile başlamış olabilir diye düşünüyorum. Ama insanın evriminde önemli olan yiyecek, besinde olabilir. Zamanla beyin gelişimi ile bunu bize sunan doğaya karşı bir kutsallaştırma başlamış olabilir. Neyse bunu yazıyı neden yazdığımı anlamamak güç değil. Malum son günlerde Lice'de kalekol yapımına karşı direnen halktan bir genç kurşunlanarak öldürüldü. Gerçekten çok üzücü bir durum. İnsanların böylesi şeyler için ölmesi vahim, beni de aşırı derece de üzen bir şey. Bu ülkede yıllardır insanlar öldü, ölüyor. Sağcısı, solcusu, kürt'ü türk'ü. Ne yazık ki çoğuda acı biçimde devlet eliyle ve karşılıklı grupların hesaplaşmaları ile öldürülüyor, katlediliyor. Şüphe yok ki bu durumdan en çok çeken Doğu'da yaşayan insanlardır. Bakın özellikle benim gibi batı'da yaşayan çoğu insan orayı anlayamaz ben doğu'ya hiç gitmemiştim, hatta hiç gitmek istemezdim, geçen mayıs ayında Mardin' de bulundum. Gerçekten güzel bir deneyimdi. Ama ondan öte üniversitede çok insanla tanıştım ve hikayelerini dinleme fırsatı buldum. Bu insanların çoğu zulüm görmüş, gerçek, inkar edilemez bir durum. Ancak benim Doğu'da yaşamış ve saldırılara maruz kaldığını iddia eden arkadaşlarım da oldu. Doğru olabilir, hatta doğrudur da. Bu insanların cahilliği, empati yoksunluğu vb. durumlar ile ortaya çıkan, tetiklenmesinde gördükleri zulüm ile intikam ve savaş duygusunun artması vb. şeylerle ilişkendirebilir. Bunları geçelim.

Gündemimiz yine yoğun.. Lice'de bir genç öldükten sonra cenazesi sonra olaylar çıktı, insanlar 'doğal' olarak arkadaşlarını öldürenleri, askeri, polisi, devleti protesto ediyorlardı. Bu esnada bilmem hava komutanlığında bir bayrak indirildi. Kendisi elbetteki Türk bayrağı idi. Gündem şimdi bununla baya baya meşgul. İnsanları böldü, aynı safta olan insanları ayrıştırdı ne yazık ki. Yeni okudum BDP bununla ilgili bir açıklama yapmış. Gerçekten tebrik etmek lazım, sağ duyulu bir açıklama olmuş. Buradan okuyabiliriz bunu.  Bence ihtiyacımız olan şey böyle bir açıklama. Artık bizi bir şeylerin sürekli çatışmaya, artık daha fazla insanın ölmesine vesile olacak şeylere sebep olmamalı. Bayrak indirme konusu da yanlış bir durum gerçekten. Ben bayrakların kutsallığına inanan bir insan değilim. Ancak bu demek değil ki tarihsel bir geçmişi ve insan bilincinde yatan kutsallaştırma aşkını yandısayamayız. Milliyetçilik akımı fransız devrimi ile gelen ve imporatorlukların yıkılmasında öncül bir yere sahiptir. Bu süreçte kutsallaşan ve insanları birleştiren bir kaç şey var. Bunlardan biri bayrak ve sözde ırk, ırkın arkasında etnik kökenler, kültürel farklılıkların oluşturdukları oldu. Burada da saygı duyuyorum.

Asıl konu ise bizim sürekli bölünüyor olmamız. Ülkede AKP iktidarını sevmeyen belli bir kesimiz. Ülkenin bir yarısın oluşturuyor neredeyse. Liberaller, komünistler, anarşistler, ülkücüler vb, farklı ideolojilere sahibiz. Bu da kaçınılmaz şeyleri getiriyor doğrusu. Çok çabuk bölünüyor ve toparlanamıyoruz. Gezi ile insanlar empati kurmasını başarıyorduk ki olan oldu. Üzüldüm böyle bir duruma ben açıkçası, ülkedeki bu kaosu siyaset çözmeli, şiddet değil. Ama sürekli bir iktidar faşizmi, ona karşı direnişteki şiddet iyice işleri karıştırıyor ve karmaşıklaştırıyor, yerel halkları özellikle bu 'çatışmaya' aşina olmayan Türkleri veya Kürtleri haklı direnişten uzaklaştırıyor. Ötesinde akp'nin eline bayrak kozu geçti şimdi adamlar bunu baya kullanacaklar. Ötesinde komik olan açılım ve özerkliği kabul edecek seçmen kitlesini bayrakla şahlandırabileceği. Bu nokta çok ilginç ve anlam veremiyorum. Ama sanırım bu insanların kitle psikolojisi ve cahilliği ile ilgili bir durum. Bu arada sürekli cahillik dediğimi de bakmayın insanları böyle cahil demeyi seven biri değilim. Burada anlatmak istediğimin daha farklı bir olay olduğunu vurgulamalıyım. Çünkü cahillik sadece kitlenin suçu değil.

Özünde olmasaydı iyiydi diyebileceğimiz bir olay oldu bu. Bayrak kutsalını Gezi'de iyi kullandık, kullanmaya devam edeydik eğer daha fazla başarılı olurduk. Bir de bir kaç kişi üzerinden insanları suçlamayı bırakmalıyız bu cidden çok iğrenç bir şey. Doğu'da olanları görmüyorlar şöyleler böyleler bu tarz şeylerle prim yapanlar var. Onlarında geçim kaynağı böyle bir şey olmuş.
No comments

Yeraltı (Zeki Demirkubuz)

Yeraltı filminden harika bir kare.
Yönetmen Zeki Demirkubuz'un son filmi Yeraltı 2012 yılında vizyona girmiş. Ülkemizin genel sorunlarından biri olan sinemaya ilgisizliğin kurbanıdır. Onur Ünlü gibi, Zeki Demirkubuz'un filmleri de hep bu sorunla boğuşmuştur. Ama bana kalırsa hayat gerçekliğini yalın abartısız anlatır. Bence her filmi izlenmeli. Ayrıca kendisi de baya hasta Beşiktaşlı'dır..

Film hakkında;

Yönetmen ve Senaryo: Zeki Demirkubuz
Oyuncular: Engin Günaydın, Nergis Öztürk, Serhat Tutumluer, Nihal Yalçın, Murat Cemcir, Feridun Koç, Serkan Keskin, Sarp Apak
Yürütücü Yapımcı: Başak Emre
Yapım sorumlusu: Ahmet Boyacıoğlu
Yönetmen Yardımcısı: Rezan Yeşilbaş
Görüntü Yönetmeni: Türksoy Gölebeyi
Fragman;






No comments